Evde kimse yok. Derin bir sessizlik hâkim. Karşımdaki sokak lambası, hem odamı hem sokağı aydınlatıyor. Etraf karanlık, gökyüzü ayın doğuşunu bekliyor. İçimde tarif edemediğim bir huşu var; dua ve zikir dinlerken ruhumun okşanması gibi. Anlatamıyorum, sadece bu duyguyu yaşayanlar anlar beni.
Dua, zikir, Allah ile sohbet… Hayatımda en huzur bulduğum anlar. Tüm içimi o duaların güzel, etkili tınısıyla birleştirmek, inanılmaz bir keyif veriyor. Şükür ediyorum O’na, bana bu izni verdiği için. O izin vermese, duaların deryasında böyle huzurla yüzebilir miydim? Mümkün değil. Şükür ediyorum, çünkü O’na inanmama izin verdiği için. O izin vermezse, O’na inanabilir miyim? Mümkün değil.
İnancın olmadığı bir dünyada yaşamak, evsiz, barksız, damsız kalmak gibi. Derdi olan neye sığınır? Mutluluktan uçtuğunda kendini kimin eline emanet eder? İnanç, bu dünyadaki en güzel hediye. Bilmek ve inanmak, inanmak ve bilmek… Birbirinin terazisi gibi gider gelirler. Benim bilmeme gerek yok; O biliyor, bu bana yeter.
İspat mı ararsın? Gözlerine, ellerine bak. Kendine, sonra usulca atan kalbine dokun. Oradan şah damarına uzansın parmakların. Tuhaf değil mi? Karşında ayna yokken kendini göremiyorsun. Tüm dünyayı görürsün de kendini göremezsin. Bu bile inanman için bir neden değil mi?
Nefes alan ağaçlar, uçan kuşlar, yürüyen karıncalar, tüm haşerat… Bilip bilmediğimiz milyonlarca hayvan ve bitki. Hayalinin ötesinde şekillerde, renklerde canlılar. Bunlar da yetmiyor mu inanmana?
Diyorum ya, inanmama izin verdiği için teşekkür ediyorum, şükür ediyorum. Bu sevgiyi kalbimde hissettiğim için. Şimdi bu yazıyı yazarken, arkada dileklerim için niyet ettiğim duayı okuyor bir ses. Ne güzel okuyor, içime işliyor resmen.
Dileklerim var elbet, olmaz mı? Yaşamayı seviyorum. Sorumluluklarımı seviyorum. Allah’ın bana verdiği yaşam görevini seviyorum. Bu güzel dünyada iyilik, iman, bereketle yaşamayı seçiyorum. Bunun için dilekler diliyorum; beni mutlu ediyor onları dileyebilmek.
Elbette ölüm var, bilirim. Kulum sonuçta. Günahımla, sevabımla göçüp gideceğim. İnşallah orada da Allah’ın sevdiği kullarından olurum. Bence Allah tüm kullarını seviyor. Bir anne, bir baba vazgeçer mi evladından? Allah hepimizin Yaradan’ı; O hiç bizden vazgeçer mi? O hepimizin içini bilir ama bekler, izler bizi: “Bakalım nasıl yol alacağız?” diye.
Yolumuz çiçeklerle dolsun. Her köşemiz mutluluk, başarıyla dolsun. Canım ailem, üç çocuğum, sevgili eşimle öyle mutlu yaşayalım ki her dileğimiz kolayca gerçekleşsin. Evlatlarımıza Allah’ın izniyle tüm görevlerimizi yapalım. Bundan güzel dilek yok benim için.
Annem, kardeşlerim, yeğenlerim… Hepsi için duam birdir.
Gece sessiz, evde kimse yok. Duanın her titreşimli tınısı, masadaki suyun yüzeyinde dalgalar oluşturuyor. Olmaz mı? Su bile şifalanıyor.
Hüzün değil sevdiğim; sessizliğin içinde Allah ile baş başa olduğumu hissetmek. Ödevini yapmış bir çocuğun huzuru gibi kaplıyor içimi. Şehir gürültülü ama ben sessizim. Yollar kalabalık ama ben kendimle ve O’nla’yım.
O ve ben biriz.
O ve sen de birsin.
Bizler hepimiz biriz.
Allah’ın yarattığı kullarız. Yaşamaya, tadmaya, hissetmeye geldik bu dünyaya. Bunları yaparken dengeyi öğreniyoruz. Hayat bu: denge de durmak, durabilmek, sürekli. Yaşam sabitliği sevmez; ruh öğrenmeyi sever.